Kâinat, fasılalar ve hükümlerle yaratıldı. Hükümler, beniâdem için birer hikmet vesilesi olarak düzenlendi. Çünkü sicim sicim deveran eden rahmet bağları, ölümün ve hayatın sezgilerinde nihan idi. İlk yaratılmadan sonra çoğalan insanlar, bu rahmet halkalarına muhatap olmaları için değişik boylara ve lisanlara mensup kılındı. İnsanoğlunun kavimlere ayrılıp farklı lisanları konuşması, birbirleriyle tanışmaları ve anlaşmaları açısından rahmani bir sır olarak tertiplenmişti. Lakin bu rahmani tertibatı fehmedemeyenler, tanışıp konuşmak yerine savaşıp yok etmeyi tercih ettiler.
Hikmetin sırlarından ayrılanlar, sihirlerin tesirine kapılıp hamallık ve cariyeliği makbul gördüler. Gönül erlerinin şifasını bırakıp kötürüm iksirlerde devayı aradılar. Fikirlerin davasıyla umut yuvaları kurmak yerine haneleri harabeye çevirmeye heveslendiler. Bunlar mensup oldukları kültürün ve dinin icabıydı, zira herkes kendi uzağını yakın göstermenin peşindedir. Tersini düz ve alçağını ulvi yapmanın çabasındadır. İşte böylesi sarsıntılı ve tongalarla dolu bir süreçte Türk milleti ve toplumu da talimli bir zihniyetin baharında ortaya çıkmış ve inancının muştularıyla geleneğini husule getirmiştir.
İslam dini, rahmani kaynaklarıyla ruhun maddi ve manevi gıdasını ikram eden bir yapıdır. Türk milleti ve kültürü ise öteden beri bu ikramla kendini besleyen sonsuzluk goncasıdır. Türkler, muhtelif vakitlerde ve boylarda istisnaları olmakla birlikte ekseriya kültür bahçesini İslam ile sürmüş ve çapalamıştır. Kadim zamanlarda Gök-Tanrı inanışıyla örfünü kayımlaştıran toplum, sonrasında Kur’an ve sünnet ile imanını süslemiş ve kemal dereceye yükseltmiştir. Bu bakımdan batılın en amansız rakibi olmuştur. İblis yolunun tilmizleri, fenalığın önündeki en büyük engelin Türk toplumu olduğunu anladığı günden beri görülmemiş entrikalar ve hileli yüzlerle Türk irfanına saldırılar düzenlemiştir. Akla gelmeyecek sihirler ve efsunlarla içimize sızmayı kutlu bir ibadet ibadet saymıştır. Bu hilebaz anlayış yüzünden, yüreğimizde sızı ve gözlerimizde şebnem eksik olmamıştır. Fakat vuruldukça ölmemize rağmen, kavi inancımız her öldüğümüz yerde yeni bir dirilmenin cihanşümul heyecanını inkişaf ettirmiştir.
Zamanların dili değiştiği gibi hilekârların yöntemleri de değişmektedir. Dün farklı saiklerle birliğimizi hercümerç edenler bugün başka amiller ile eyvanımızın denge taşını söküyorlar. Sırlarımızı güya kapatarak ifşa eden bu gümrahlar, her hususu ruznameci gibi kaydetmekten geri durmuyorlar. Bunu yaparken bizi en az bizim kadar tanıdıkları da vakidir. Haliyle fasih ve insicamlı giden seyrimizin yoluna dinamit koymayı ihmal etmiyorlar. Gün geliyor bizimle birlikte ağlıyor, gün geliyor canını bile sakınmadan itimadımızı çaresiz rüzgârlara savuruyorlar. Milletimizin asırlarca biriktirdiği ve rana-ı nergis gibi kıymetli bir hale getirdiği veciz irfanımızı tahrip etmek üzere hazır kıta bekliyorlar. Temerküz ettiklerimizi dağıtmaya, büyüttüklerimizi küçültmeye ve doldurduklarımızı boşatmaya yeltenenler öyle bir tertip kurmuşlar ki halkın en itibarlı şahsiyetleri olarak boy gösteriyorlar. Acımız acıları, sevincimiz sevinçleri gibi gözükse de en azılı hırslarıyla akıl almaz tuzaklarına takılmamızı gözlüyorlar. Biz bunlara kısaca nesebi bozuklar diyoruz.
Nesebi bozuklar, Görklü Peygamberimizin lisanıyla münafıklardır. Bu münafıkların en fazla iki nesil ötesine bakıldığında İslam ve Türklükle alakası olmadığı görülecektir. Bunlar yüzünden tek bir günümüz huzurlu geçmemiştir. Bir lahza erinçlik nasip olmamıştır. Hâlbuki hayallerimizi asude bir vaktin yamacında seyran etmeyi hak edecek sayısız amellerimiz mevcuttur. Lakin hak ile batıl davasının yükleri aziz ve asil milletimizin omuzlarına yüklendiğinden bu yana, huzurun lezzeti mahşerin adaletine ertelenmiştir. Çileler bugüne, tesellilerimiz başka bahara kalmıştır. Fakat gam yok, zira sükûnetin niyazıyla alevin arzularını sökülmez tumplarla ayırabilmeyi başarmış bir milletiz. O yüzden hakikatlerimize hayasızca defi hacet etmeyi büyük gaye sayanlara karşı duruşumuzu sabitlemek iktiza eder. Bu duruş, âgâhlığın doruklarında kalındıkça muhkemleşecektir.
Büyük atamız Oğuz Kağan’dan beri Türk yurduna sokulan çaşıtlar, belli bir oranda kargaşa çıkarabiliyordu. Lakin Osmanlı Türkiye’sine Endülüs’ten gelen Yahudiler ile başlayan süreç, diğer tüm zamanlardan çok farklı bir duruma dönüştü. Son tahlilde ise Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla memleketteki ruhu ve soyu belalı kişiler, Türk ve İslam adları ile içimize sızarak farkedilmezliklerini daha da güçlendirdiler. Bu toprakların çocukları kisvesine bürünüp Ahmetler, Oğuzlar, Kemaller, Süleymanlar ile Fatmalar, Zeynepler ve Emineler adı altında aşımıza zehir katıp düzenimize fitne saldılar ve dahi cadı kazanını kaynatmaya devam ediyorlar. Kimsenin günahına girmeyelim, lakin bu milletin ve memleketin mukaddeslerine dil uzatanların iki nesil ötesine bakıldığında nesebinin bozuk olduğu müşahede edilecektir. Bu gerçeğin istisnası meçhul derecede azdır.
Nesebi bozuklar, bu vatanın içinde hasbelkader var olmuş değildir, bilakis bilinçli bir sürecin ürünüdür. Topalladığımız zamanı aç kurt gibi beklerler. Şayet topallamazsak bu sefer yolumuzun üstüne taş koyup ona takılmamızı gözlerler, o da olmazsa hendekler kurar bizi gafil avlamanın peşine düşerler. Bu kötülüğü yaparken de gerektiğinde canlarını ve mallarını feda etmekten geri durmazlar, yetmezse ithal yollarla dalalet satın alırlar. Çünkü hariciye daima bu haysiyetsizlerin raporuyla hazır kıta beklemektedir. Kâh iktisadi, kâh siyasi, kâh dini ve kavmi hassasiyetlerle milleti birbirine düşürmenin ve beraberliğini mundar etmenin arzusunu taşırlar. Türk irfanına kasvet yüklerini salmanın dinamikliği ile uykularını heba ederler.
Nesebi bozukları tanımak gayet kolaydır. Tökezlemezsek tökezlememiz için uğraşırlar. Tökezlediğimiz anda ise büyük bir iştahla kargaşayı körüklerler. Çetin durumlarda salim bir söz duyulmaz ağızlarından. Hep intikam isteğiyle marazlı hırıltılar çıkarırlar. Özellikle din ve tarihle ilgili uçuk hezeyanlar serdederler. Bu zümrenin dine olan düşmanlığı öylesine katıdır ki fırsatı buldukları an ağız dolusu kusmayı ihmal etmezler. Tarih konusunda da farklı değildir, istisnaları örnek göstererek İslam-Türk tarihine leke sürmenin kahrıyla meşgul olurlar. Kutsalları olmadığı için günü geldiğinde en azılı din ve tarih müdafisi olmaktan da geri durmazlar. Fakat gerçekte sahtekârlığın halkalarından zincirler yapıp mukaddeslerimizin boynuna kemend hazırlarlar.
Nesebi bozuklar, ifrit kadehlerden lıkır lıkır içtikleri kor ateşlerle genç tomurcukların dimağını yakmanın pususunu kurarlar. Kâğıda gerçeği yazar gibi gözüküp şifrelerle zıtlıkların ortasında dururlar. Hüzünleri kapımıza getirip ve orada kalmasını sağlamanın uğultusunu çıkarırlar. Göğüs kafeslerimizin daralması için dualı muskalarımızı yakarlar. Bu topraklarda yemlenip başka yerlere yumurtlarlar. Bunlar, vicdanımızı zikzaklarla yaralayan ve rayihamızı leş kokularıyla değiştiren mendebur tıynete sahiptir. Atlarımızın eyerlerini çözen, köprülerimizin ayaklarını kesen ve baharımız gelmesin diye cemreleri yok eden haydutlar topluluğudur.
Nesebi bozuklar, estetiklerimizi kargaşayla karıştırıp gözlerimizin ferini kesenlerdir. Terazilerimizin bir kefesine daima tiksindirici ağırlıklar koyarak dengemizi bozanlardır. Bizimle birlikte yürüyüp izimizi süren sinsi tilkilerdir. Sesimizin feyzini mahrem müziklerle azaltan yobazlardır. Düzenimizi anlamsız misalleriyle dağıtan haramilerdir. İtidalimize telaşı zerk eden sahtekârlardır. Akl-ı selim geleneğimizi tereddütlere sevk eden eşkıyalardır. Bizi mezhep ve siyasi kasırgalarda savuran bozgunculardır. Etnik söylemlerin burgacında döndüren ve panzehirlerimize zehir katan yolsuzlardır. İfrit salyalarının tüccarlığını yapıp, ab-ı hayat suyu diye pazarlayanlardır.
Nesebi bozuklar, ebemkuşağımızı karalayan ressam kılıklı hodbinlerdir. Cesaretimizi cüretleriyle alt etmeye çalışan mağrurlardır. Vefamızı küçümseyen ve ecdad-ı izamımızla aramızı açan çıngıraklı yılanlardır. Her lahza bizi inim inim inletmenin keyfini düşleyen hasislerdir. Ceylan yüreğimizi canice tuzaklayan avcılardır. Geleceğimizi hunharca yok etmek için işaretlerimizin üstünü örten kasvetler yumağıdır. Dostlarımıza kapıları kapayan ve düşmanlarımızı her daim ağırlayan örtülü hokkabazlardır. Bunların iki yüce değeri vardır: Menfaatlerini korumak ve Müslümanları mecalsiz bırakmaktır. Mecalsiz bırakmaktan kasıt Müslüman olarak yaşayabilir, lakin Müslümanca yaşayamaz hale getirmektir.
Aziz milletim! Nesebi bozukları iyi tanıyın, bu ülkenin değerlerini en ucuz meblağlara satabilecek tıynete sahiptirler. Biz asker deriz, onlar çikletten bahseder. Biz bayrak deriz, onlar ekonominin aymazlığını yapar. Biz mukaddesat deriz, onlar cafcaflı geleceğin senaryosunu yazar. Biz mefkûrelerin maneviyatı deriz, onlar Frenk diyarlarının maddiyatından dem vurur. Biz vakar deriz, onlar onursuzluğun yasalaşmasını müdafaa eder. Biz Türk ve Müslüman deriz, onlar dünya vatandaşlığını ifade eder. Biz devlet deriz, onlar midelerinin davasını güder. Bu sebeple nesebi bozukların esvaplarına kanmayın, yaldızlı sözlerine aldanmayın ve işaret ettikleri taraflara yönelmeyin. Törenin ve Kuran’ın iklimine sadık kalın, zira orası en emin ve salim yuvadır. Çünkü töreye ve Kuran’a sadık kalanlar, galatın davetine icabet etmez ve pürüzlü fikirlere aklını kaptırmaz.