meydanında bu şehrin
elmastan pazarlar kurmuşlar gözlerine
ıssız bir köşeye çekilmişim yanımda zambaklar
uzağımda bir nefes bu gece çığlık gibi
kuşatılmış karadan ve denizden benliğim
hakkını vermeliyim sonra yine sevmeliyim
içime gömülmüş yıldızlı karanlıklar
güneşin kapısı çalınmış ve söylenmiş geldiğim
böyle yokluk var mıydı meydanında bu şehrin
dağ üstünde kurulmuş engebeli ovalarda
at koşturmalıyım tarihin yalanlarına
kefensiz elbisemle iniverip atımdan
karşılanmalıyım seninle meydanında bu şehrin
(5 Temmuz 2004)
Toplumsal zihniyetin en güzel temayüz ettiği yerler, şehirlerdir. Şehirlerde ise meydanlardır. Şehir ve meydanlar, insanın imanına göre şekillenir. Ötüken’den bu yana Türk şehirleri, kendini değerler manzumesiyle kurgulamıştır. Fakat bir asırdır manadan ve mefkûreden yoksun bir şekilde inşa edilen şehirler, kopyacılığın ve tekdüzenin acziyetiyle kıvranmaktadır. Kendi telakkilerinden uzaklaşmaları nedeniyle, nevi şahsına münhasır görüntüleri hatıralarda kalmak üzeredir. Bütünlükten uzak meydanlar ise trafiğin ve keşmekeşin mekânları haline gelmiştir. Bu keşmekeşlik, sadece yapıların görüntüsüyle değil insanların görüntüsü ve fikriyle de ilgilidir.
Meydan herkesindir, farklı düşünceler orada buluşur, değişik elbiseler zıtlığın uyumuyla yürür. Sırlar, küçük bir fısıltıyla evvela meydanda ifşa olur ve sonra şehrin her tarafına yayılır. Bütün şehirlerde meydanlar, ya hususi olarak biçimlendirilir ya da doğal bir şekilde husule gelir. Doğal meydanlar, umumiyetle İslam şehirlerine aittir. Genellikle camiler ve çarşılar etrafında işlevsellik kazanır. Üslubunda bir maksat ve ispattan ziyade, hayata anlam katan mihengin etrafında varolma isteği mevcuttur. Hususi olarak biçimlendirilen meydanlar ise fıtratı öteleyen saiklerden müteşekkildir. Gayrı İslami şehirler, çoğunlukla böyledir.
Ezilen zarafetin abideleri
Hususi biçimlendirilen meydanlar, Yunan ve Roma anlayışının tezahürüdür. Devasa yapılar, zarafeti ezmekle meşguldür. Tapınaklar, devlet yapıları, kral sarayı vb. hep bu anlayış etrafında tesis edilmiştir. Bu meydanların olmazsa olmaz unsurlarından biri de heykellerdir. Ortada ki alan ise gösterilerin ve askeri geçitlerin yapılması amacıyla tasarlanmıştır. Batı, gücü sevdiğinden dolayı şehrin meydanlarını şaşalı ve güç odaklı inşa etmiştir. Batının şehirlerinde fevkalade ayrılıklar göze çarpmaz, sadece büyüklük-küçüklüğüne göre binaların ve meydanların cesameti değişir. Garp şehirleri, daha sonraki süreçte de bu debdebe ile varlığını sürdürmüştür.
Batıda meydanlar, Ortaçağ’ın Katolik baskınlığıyla ihtişamlı kiliselerle buluşmuş, Fransız devrimi ve kapitalizm sonrasında ise iktisadi anlayışın aracı haline gelmiştir. Eskiler muhafaza edilmekle beraber, yeni yapılar daha seküler hayatın ürünleri olarak vücut bulmuştur. Yeni anlayış, eski düzene tamamen muhalif olsa da, kapitalizmin bir gereği olarak eski yapılar üzerinden para kazanmak ve politika üretmek ihmal edilmemiştir. Bir yandan geçmişe başkaldırı ve özgürlük alametleri, diğer yandan eski üzerinden kültür aktarımının her türlüsü. Yani çelişkiler yumağı. Tabi eskiye dair eserlerin muhafaza edilmesi, sadece para ve politika odaklı değildir. Ne olursa olsun maziye duyulan bir saygı ve bağlılık vardır. Batı, her hususu diğer toplumlara farklı anlatsa da, kendisi işine geldiği gibi uygulamıştır. Örneğin, monarşi ve krallıkların sonunun geldiğini tekrarlayıp artık bu sistemlerin kalkması gerektiğini söylemesine rağmen, bünyesinde bulunan krallık ve prenslikleri simgesel olsa bile muhafaza etmiştir.
Batıda kentler, insanı kontrol altında tutma ve sezgisini tahrip etmenin yarışındadır. Mesela Paris, ihtilal sonrası enfüsi ihtirasların yönlendirilmesiyle şekillenmiş bir yerdir. Onun için burada anlamın işaretleri pek görülmez. Çünkü Paris sokaklarının açıldığı meydan, insanı tahakküme ve gerekirse imha etmeye göre tasarlanmıştır. Yani gayri ahlakidir. Ufkunda alam ve intizam olan birinin, Paris ve benzerlerine şehir hüviyeti vermesi kabil değildir. Fakat modern anlayış, bu düzensizliği bizlere örnek olarak sunmaktadır. Mazisinden ve kültüründen bihaber olanlar ise bu niteliksiz yığınlara hayran kalmaktadır. Bu hayranlık, şehir ve medeniyet açısından hali pürmelalimizin fotoğrafıdır.
Zarafetin ezildiği başka bir anlayış ise totaliter zihniyete sahip ülkelerdir. Bu ülkelerin meydanları da Roma şehirlerini andırır. Daha tahakküm edici ve baskıcı bir görüntüsü olmanın yanında, mana ve estetik bakımından yerlerdedir. Fikri açıdan dünyaya bakışları farklı olmasına rağmen Avrupa’nın genel temayülünden bariz bir şekilde etkilenmişlerdir. Örneğin Rusya’nın Petersburg kenti tahlil edildiğinde, ne demek istediğimiz ziyadesiyle anlaşılacaktır.
Amerika kıtasının meydanları da Roma ve Yunan mimarisinin devamı şeklindedir. En bariz örnek ise Birleşik Devletlerin başkenti Vaşington’dur. Amerika şehirlerinin Avrupa şehirlerine benzemesinin birinci sebebi aynı dine ve kültüre mensup olmaları, ikincisi ise Amerika kıtasının Avrupalı devletler eliyle şekillenmesidir. Bu durum bir bakıma normaldir. Burada normal olmayan durum ise İslam ülkelerinin batı mimarisine teveccüh etmesi ve kendi değerlerine aykırı bir şekilde inşa faaliyetlerini sürdürmesidir.
Üslubun estetik çizgileri
Şehirlerin kalbi meydan, insanın meydanı ise kalbidir. İnsanoğlu kalbine göre karakter ve şahsiyet kazanır. Şehirler de böyledir. Bir şehrin meydanına bakarak o şehrin şahsiyeti hakkında az çok malumat sahibi olunabilir. Meydanına bakmaktan kasıt, sadece mimari hususiyetler değil, insanı da bu bakışa dâhildir. Çünkü insan ve mekân birbirinin müessiridir.
Geleneksel İslam şehirlerinin kendilerine has meydanları mevcuttu. Lakin bu meydanlar, ne batı şehirlerinin ne de totaliter devletlerin tahakküm ruhlu meydanlarına benzerdi. Maksadın hâsıl olacağı ve lüzumu kadar alan ile iktifa edilirdi. Bu lüzum sahası, bazen bir caminin avlusu ve etrafı, bazen bir ağaç veya dikilitaş gibi muayyen bir işaretin çevresi, bazen de çarşının içi ve civarı olarak belirlenirdi. Fakat bu meydanlar, herhangi bir şeyi ispat etmeye lüzum görmezdi. Buralarda kimse susturulmaz, tahakküm altına alınmaz, gösterişli nümayişler yapılmazdı. Bilakis muhabbet, musafaha ve mükâleme hâkimdi.
Türk-İslam şehirlerinin meydanları, mekanik görüntüden ziyade gönül huzmelerinden müteşekkildir. Genellikle cami ve medreseler ile hayat bulan meydanlar, şehrin insanına hep rahmani terennümü fısıldamıştır. Toplum, maneviyatın rayihasıyla ünsiyet kurmuş ve şehri de bu ünsiyet ile kurgulamıştır. Bu sebeple Türk-İslam şehirleri, ahlakıyla üslubunu bulmuş ve bu üslupla zarafetine kavuşmuştur.
Meydanın farklı veçheleri
Yunanlılarda agora, Roma’da forum olarak adlandırılan mekânlar, medeniyetimizde meydan ismiyle maruftur. Kadim kültürümüzde meydan kavramı sadece şehir için serdedilmemiştir, sözlü geleneğimizde er meydanı, cenk meydanı gibi farklı anlamlarda da kullanılmıştır. Çünkü bizde meydan, aynı zamanda hakikatin yurdudur.
İslam’ın ilk meydanı Mescid-i Nebevi’nin etrafıdır, eski Türklerde ise bey otağının önüdür. Bugün itibarıyla Türk-İslam şehirlerinin meydanları, bütün tahriplere rağmen kendine has mimarisiyle arz-ı endam etmektedir. Kahire ve Bağdat’ta ki Tahrir Meydanı, Lübnan ve Şam’da ki Şüheda Meydanları, Semerkant’ta Registan, İsfahan’da Nakş-ı Cihan, İstanbul’da Sultanahmet Meydanı hep ait olduğu medeniyeti yansıtmaktadır. Lakin bu yansıma, genellikle geçmişin eserlerinden ibarettir. Sonradan yapılan eklemeler ise batıya öykünmenin izlerini taşımaktadır. İslam şehirlerinde medeniyetimize ait remizlerin çoğu maziye aittir. Yeni yapıların ekseriyeti ise orijinallikten uzaktır. Bu tespit üzücüdür, lakin hakikattir.
Son yüzyıldır Türkiye’de meydanlara genellikle politik isimler konulmuştur. Özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarını ve tek parti dönemini hatırlatan isimler ve kavramlar, meydanlarda yaşatılmak istenmiştir. Bununla birlikte meydanlara bağlanan büyük cadde isimleri de yine dönemin mefhumlarına aracı kılınmıştır. İsimlendirmeler böyle iken mimari ise kadim çağlardan varestedir. Cumhuriyet mimarisinde milli geleneğimizden ziyade, batının çizgileri daha çok yer bulmuştur. Estetik algısı terk edilmiş, ideolojik hava baskın tutulmuştur.
Şehirlerimizde son yıllarda revaçta olan millet bahçeleri de meydanların farklı bir veçhesi olarak ele alınabilir. Millet Bahçelerinde yeşile ağırlık verilmesi, ferdi-içtimai birçok alternatifin olması, takdire şayandır. Fakat buraların Türk-İslam medeniyet anlayışıyla tasarlanmadığı net bir gerçekliktir. Bu yeni ve farklı proje, pekâlâ daha estetik bir şekilde tasavvur edilebilirdi. Lakin müteahhit anlayışına kurban edilmiştir. Düzelir mi? Kısmen…
Dünya geneline bakıldığında ise son zamanlarda meydanların iktisadi, içtimai ve siyasi politikalara daha fazla alet edildiği görülmektedir. Arap baharı diye adlandırılan gösterilerin tamamı başşehirlerin meydanlarında ortaya çıkmıştır. Gösterilerin sebepleri bir yana, meydanların oynadığı rol ise ülkelerin olumlu/olumsuz kaderini değiştiren mekânlar haline gelmiştir. Ülkemizde sergilenen gezi olaylarında ise Taksim Meydanı tercih edilmiştir. Bugün Taksim Meydanı, belli bir kesim tarafından ideolojik bir anlama bürünmüştür. Rusya, Çin, Kuzey Kore gibi ülkelerde ise askeri gösterilerle rejimin güçlü olduğu mesajlar verilmektedir. Batıda ise iktisadi amiller ön plana çıkmıştır.
Tespitler, tavsiyeler…
Peki, medeniyet tasavvurunda İslam şehirlerinin meydanları olmalı mıdır? Kanaatime göre mevcut şartlar meydanların varlığını kaçınılmaz kılmaktadır. Fakat Türk-İslam medeniyetinin şehir telakkisine sadık kalmak şartıyla. Meydanların gerekliliğinin ilk ve en önemlisi, ahlaki remizlerle donatılmasıdır. Ahlak, yani mana, yani köke bağlılık. Meydanlar zihnini açıkça yansıtmalıdır ki, insanlar da mekânın ruhundan etkilenip haysiyetli bir şekilde varlığını sürdürebilsin. Fakat şehrin geri kalan kısmı meydandan kopuk olmamalıdır. Parça-bütün ilişkisi içerisinde meydan şehri beslemeli, şehir de meydanı güzelleştirmelidir. Meydan, mimarisiyle şehri biçimlendirirken, şehirde insanıyla meydanı olgunlaştırmalıdır. Çünkü şehirde inşa edilen her yapı yeni doğan bir çocuk gibidir. Nasıl ki her çocuk milli hassasiyete göre yetiştirilmeliyse, yeni yapılan binalarda, milli mimariye göre inşa olunmalıdır.
İslam-Türk şehirlerinin meydanları ümitvar olmalı ve rahmani nişaneler yaymalıdır. Caddeler ve sokaklar terbiyeli, resmi müesseseler vakarlı ve sivil yapılar mahremiyet ilkesine mütenasip bir şekilde, birliği ve huzuru terennüm etmelidir. Meydanlar özden kopmamalı fakat gelecekten de uzak durmamalıdır. Yani ufuk çapı geniş meydanlar tasavvur edilmelidir. Yaşayan ve yaşatan, düşünen ve düşündüren, bilen ve bilgilendiren, anlayan ve anlatan, ağırlayan ve uğurlayan çehresiyle agâh olmalıdır.
Şehir meydanları milli hafızanın kitabını içermeli ve her uğrayan bu kitabın bir kısmını kıraat etmelidir. Her gün gelip geçenler ise milli hafızasının lezzetiyle varacağı yere vasıl olmalıdır. Müverrihler, mazinin hülasasını nazar ederken, filozoflar varlığın anlamını bulmalıdır. İçtimaiyatçılar, toplumun harikulade seviyesini gözlemlerken, hâkimler hakkın alametlerinin yansımasına şahit olmalıdır. Haliyle arz ile semanın uyumuyla imar edilen meydanlar, şehirlerin ihyasına kucak açmalıdır.
Velhasıl, meydanların bir yanı dinginliğin bir yanı hareketin idrakiyle kaynamalıdır. Yani insanı kâh alp azametiyle, kâh eren kisvesiyle selamlamalıdır. Bilginin ehemmiyetini savunurken kalbin mahrekinden ayrılmamalıdır. Filhakika, Müslümanlar ruhunu tahribattan kurtarırsa, şahsiyetli meydanları inşa edecektir. Şahsiyetli meydanların rehnümasıyla da yeniden irfani şehirleri kurgulayacaktır.