24 Mart 2023 , Cuma
Ana SayfaHikâyeKısır Döngü

Kısır Döngü

  • 6Dakika
  • 1611Kelime

Süleyman’la aynı yastığa baş koyduğumuz evliliğimizin sekizinci yılında, annemin takma dişlerinin rüyalarıma girmesiyle huzurumuz bozuldu. Sıradan mutluluğumuzun ortasına bir kaya gibi inen bu kabuslar, her gece olduğu gibi bu gece de kovalıyorlar beni.

“Tak tak tak!”

“Aysuuun bana yemek koy!”

“Yine uyuya mı kaldın? Aysuuun, hangi cehennemdesin?”

Yorganın altında alnımdan başlayan terler, yanaklarıma doğru akıyor. Annemin takma dişleri, avını yakalamaya hazır bir aslan gibi pusuda bekliyorlar. Koşuyorum. Koştukça kaçamıyorum, koştukça yakalanıyorum.

İnleyerek uyandığım geceler arttıkça, Süleyman’ın bölünen uykularının, başucumuzda yorgun bir tahammülsüzlüğe dönüşünü, birlikte izliyoruz.

“Tak tak tak!”

Altında iyice ezildiğim yorganı hafifçe kaldırıyorum, takma dişler havada sallanıyorlar. Annemin yüzünü göremiyorum. Düzensiz büyümüş kaşları, mavi mi yeşil mi bir türlü çözemediğim gözleri karanlıkta seçilmiyor. Yorgan, dişler, emaye tabak, Süleyman’ın artık tanıyamadığım bakışları… Hepsi üzerime yürüyor, yüzümün duvarlarına çarpınca alnımdaki terlere karışıp kayboluyorlar. Damlalar uzadıkça bacaklarıma, kollarıma birer düğüm daha atılıyor. Takma dişler, karanlıkta bir görünüp bir kayboluyorlar.

Köydeki evde alıyorum soluğu. Her yer dağılmış yine, alelacele toparlamaya çalışıyorum. Dokunduğum eşyalar elimde kalıyor. Mutfağa gidiyorum. Annemin beton tezgaha giydirdiği fırfırlı etekliğin çiçekleri solmuş. Kendimi siyah beyaz bir filmin ortasında bulmuş gibiyim. Ben doğduğumda renkli televizyonu yeni almış babam. İyi de o zaman bu renksizlik neden? Tezgahın üstüne bakıyorum tekrar, musluğun kireç tutmuş düğmesinden az sonra su damlayacak gibi. Bekliyorum, damlamıyor. Dolaptaki bütün emaye kaplar yan yana dizilmiş. Her birine farklı renkte çiğdemler, gelincikler, laleler, yaseminler resmedilmiş. Birkaç sinek, tabakların dibine konuyor, yiyecek bir şey bulamayınca tekrar uçuyor. Havada kesif bir küf kokusu var. Kaplarda annemin takma dişleri duruyor. Bu kadar takımı var mıydı diye düşünüyorum? Birinde çamaşır suyu duruyor, biri az önce fırçalanmış, birinin içine öylesine bırakılmış. Ben saydıkça çoğalıyorlar.

Bölünen uykularımızla birlikte evde dile getirmekten korktuğumuz bir soğukluk gezinmeye başlıyor. Neşeyle yapılan sohbetlerimizin konusu, yıllar önce ölen annemin peşimi bırakmayan yapay bir parçası oluyor.

“Bu gece de geldi mi?” diye soruyor Süleyman.

“Artık gündüzleri de…” diyecek oluyorum, devamını ikimizin de bildiği cümleyi en tatsız yerinde yarım bırakıyorum.

Annenim dişlerini çektirdiği çerçiyi mutfağın camından görüyorum. Ayağında yine odun yeşili şalvarı, üzerinde geniş omuzlarını örten kolalı gömleği var. Kasketini başına sola doğru yerleştirmiş. Dikkatlice bakıyorum, çizgileri çoğalmış. Sakalları yüzüne ahenksizce fırlatılmış gibi. Yürürken avuç içleri hala dışarıya bakıyor.

Çocukluğumun korkulu rüyası olan ellerine bakıyorum, değişmemişler. Kararmış birer çalıya dönen o parmaklarını defalarca annemin ağzına sokup çıkardığında ben, on iki yaşındaydım.  Bağırmalara, ağlamalara, mide bulantılarına aldırmayan bu dirayetli eller, kaç tane diş varsa çıkarmış, avucumuza bırakmıştı. Annem o haftayı sadece çorba içerek geçirmişti. Bir kaç gün sonra da takılan yeni dişleriyle, babamın bırakıp gitmeyeceği kadar güzelleşmişti.

Çerçi, işi bittikten sonra elindeki paraları sayarken,

“Takımı sık sık çıkartırsan damağında yer edinmez. Canın yansa da yemek ye, alışırsın.” demişti. Annem, ona ait olmayan bu yapay uzvuna daha alışmamışken O; içinde türlü vidanın, kerpetenin, bıçağın olduğu çantasını alıp çıkmıştı. Annemin tek kusuru dişleriydi, onu da şalvarlı, kolalı gömlekli bu ihtiyar, ana dişinden daha güzelleri ile değiştirmişti.

Camdan dışarıya tekrar baktığımda köşeden dönüp kaybolduğunu görüyorum. Arkasından, daha kaç tane terkedilmiş kadının çürüklerinin yerine, inci gibi dişler yapmaya gitiğini düşünüyorum. O kadınların kocaları geri döner mi bilmiyorum, babam dönmüyor.

Mutfak gittikçe karanlık oluyor. Emaye kaplardaki takma dişler sudan çıkıp başımın üstünde hale oluşturarak dönmeye başlıyorlar. Aynı anda bir açılıp bir kapanarak,

“Aysuuun nerdesin? Hangi cehennemdesin yine?” diye  bağırıyorlar. Susuyorum.

“Oradasın, biliyorum. Baban gitti, ben de gideceğim. Dişlerimi kuru kuru koyma tabağa, üstüne su dök. Gideceğim yarın” diyorlar.

Uykudan öğlen gibi uyanıyorum. Süleyman’la ayrı odalarda yatıyoruz artık. Ben geceden bölünen uykuları gündüzlere dikerken o, her sabah ceketine bulaşmış soğukluğu sırtına geçirerek evden çıkıyor. Kapının kapanma sesini duyunca yeniden daldığım uykudan uyanır gibi oluyorum.  Annemin takma dişleri baş ucumda duruyorlar yine. Sürahideki suyu üzerlerine boşaltıyorum. Uyandığımı görünce o da kıpırdıyor.

“Aysuuun? Ne zaman uyandın?”

Ona gördüğüm rüyalardan bahsetmiyorum.

“Yeni uyandım diyorum.” Susuyor.

Kahvaltıyı ilk defa mutfağa kuruyorum. Masanın ortasına bahçeden koparttığım çiçek demetlerini bırakıyorum. Zeytini de domatesi de ayrı kaplara koyuyorum, beklettiğim çayı getiriyorum. Annem, ortaya konan kaba çatalını daldırmaktan da demini almamış çaydan da hoşlanmaz. Rüyalarımdan fırlayan takma dişleri de yıkayıp sofraya oturuyorum. Kurduğum anne sinirlendirmeyen masasına dönüp bir de uzaktan bakıyorum.

Annem, yüzünü yıkadıktan sonra sofraya bakmadan takma dişlerini takıp, her zaman ki oturduğu köşeye geçiyor. İçimde mayalanan ne kadar duygu varsa onun görebildiği tarafa bırakıyorum, hiçbirini görmüyor. Çatalını bir iki defa indirip kaldırdıktan sonra çayını yudumluyor. Bu döngü ikimiz de yorulana kadar devam ediyor.

Kahvaltıdan sonra dişlerini çıkarıp yine aynı tabağa bırakıyor. Su koymuyorum bu defa, kızmıyor. Televizyonun karşısına geçip babamın ölüm haberini arıyor kanallarda. Haberlerin saati çoktan geçmiş.

İşi bıraktıktan sonra yemek yapmayı da, temizliği de bıraktı annem. Her gün gidecekmiş gibi giyiniyor, camın karşısındaki koltukta bekliyor. Kalk gidelim dese biri, kalkacak; kimse demiyor. Dişleri yemek vakitlerinin dışında hep aynı yerde duruyor.

Yanaklarında büyük bir çukur oluşmuş. Yüzünü tutan bütün kemikler un ufak olup her an döküleceklermiş gibi, dökülmüyorlar. Dudaklarının rengi günden güne morarıyor, ellerindeki benekler artıyor. Saçlarındaki beyazlar, başörtüsünün ucundan görünüyor. Hiçbirini saklayamıyor, yaşlanıyor.

Akşam yemeğinde masaya çağırıyorum, sessizce geliyor. Süleyman’ın karşısına oturuyor.

“Aysuuun, hangi cehennemdesin? Bir gün alıp başımı gideceğim, o zaman görürsün” demesini bekliyorum, demiyor.

“Hazır değil mi daha yemek?” diyebilir ya da “Aysuuun, yine su dökmemişsin, nerde dişlerim” de diyebilir, susuyor. Yemekten sonra üstünü değiştirmeden televizyonun karşısında uyuya kalıyor. Onu, gizlice hazırladığı valiziyle hayal ediyorum. Her seferinde bana yakalandığı için gidemiyor. O, başını avucunun içine alıp karşımda öylece uyurken benim de gözlerim dalıyor. Takma dişleri emaye kaptan sesleniyorlar.

“Aysuuun, hangi cehennemdesin yine. Bir gün alıp başımı gideyim de gör” diyorlar.

“Nerdesin, sana diyorum?” diye tekrarlıyorlar. Cevap vermiyorum. Ben sustukça annemin ağzından kaçan yapay dişlerin sesleri yükseliyor.

“Çerçiyi bul, sana da yaptıralım bir takım.” diyorlar.

Susuyorum. Tak tak tak, peşimde dolanıyorlar. İntizamla yan yana dizilmişler.

“Aysuuun, tak tak tak!”

Yine kabus gördüğüm bir gece yarısı Süleyman yanıma gelip “Annen öldü Aysun, cenazeye birlikte gittik, hatırlamıyor musun?” diyor. Ona inanmak istiyorum.

“Annen öldü, gördüklerin gerçek değil, takma dişler konuşamaz” diye devam ediyor.

“Annem öldükten sonra takma dişlerini gömmeyi unuttular” diyecek oluyorum, cümleyi en tatsız yerinde yarım bırakıyorum. İkimiz de susuyoruz.

Takma dişlerin konuşmasından korktuğum kadar annemin gitmesinden de korkuyorum. Uykudan, “Aysuuun, tak tak tak!” sesiyle uyanıyorum. Annem, yüzünün yarısını avucuna dayayarak, ütüsü bozulmuş kıyafetleriyle televizyon karşısında; Süleyman, odasında uyuyor.   Annemin üstünü örttükten sonra mutfaktaki bulaşıkları yıkıyorum. Emaye kaptaki takma dişlerin üzerine sürahideki suyu boşaltıyorum. Gizlice hazırlayıp yatağımın altına koyduğum valizimi yerinden çıkarıyorum. Kimseye yakalanmadan, babamdan öğrendiğim gibi, kapıyı çekip çıkıyorum. Kapının kapanma sesiyle Süleyman bu defa uyanmıyor. Annemin gidişinden kurtulmak için attığım bu ilk adımda, babama dönüşüyorum.

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
İlgili Yazılar

Düldül

Miras

Yansımalar

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

- Reklam -

Popüler Yazılar