24 Mart 2021
24 Mart 2021
23 Mart 2021
23 Mart 2021
23 Mart 2021
23 Mart 2021
23 Mart 2021
23 Mart 2021
23 Mart 2021
23 Mart 2021
23 Mart 2021
Sitemize üye olarak beğendiğiniz içerikleri favorilerinize ekleyebilir, kendi ürettiğiniz ya da internet üzerinde beğendiğiniz içerikleri sitemizin ziyaretçilerine içerik gönder seçeneği ile sunabilirsiniz.
Zaten bir üyeliğiniz mevcut mu ? Giriş yapın
Sitemize üye olarak beğendiğiniz içerikleri favorilerinize ekleyebilir, kendi ürettiğiniz ya da internet üzerinde beğendiğiniz içerikleri sitemizin ziyaretçilerine içerik gönder seçeneği ile sunabilirsiniz.
Üyelerimize Özel Tüm Opsiyonlardan Kayıt Olarak Faydalanabilirsiniz
Gece Vardiyası – 4
(Okunma Süresi: 2 dakika)
Mevsimler de değişmeye başladı artık. Önceden ekim ayı geldi miydi kurulurdu sobalar. Kışlık kıyafetler sandıklardan bazalardan çıkarılır, sobalı oda haricindeki odalar kilitlenir, sobanın olduğu odaya sığışılırdı.
Kış geceleri uzamaya başladı mıydı usul usul yanan sobanın etrafına toplanılır, tavşan kanı çaylar demlenir, kestanelere çizikler atılır, akşam bulaşıklarını yıkamak ve abdest almak için emektar güğüm ağzına kadar doldurulurdu. Güğüm yeni doldurulduğunda dışına sızan su damlacıkları sıcak sobaya temas ettikçe cızırdar, önce hoplar zıplar, sonra yavaş yavaş küçülüp buhar olurdu. Çocukluğumun serüvenleri arasında en sevdiğim seyirlikti güğüm. Bir de harlansın diye sobanın altındaki mazgalı karıştırmayı severdim. Enerjisi tükenmiş, sönmeye yüz tutmuş kömür parçalarını karıştırıp bir bir mazgala düşüşünü izlemek, sonra daha hafif ve gri renkteki küllerin sobanın etrafına bir âyindeymişçesine aheste inişini, annemin yer beziyle koştura koştura gelip söylene söylene etrafı temizleyişini…
Sobayla olan ilişkim 18 yıl sürdü sanırım. Sonra kalorifer döşendi evimize. Her odanın eşit sıcaklıkta olmasının verdiği zenginlik hissi uzunca bir müddet oyaladı kalbimizi. Kilitli odalar bir bir açılınca evdeki herkes bir yana dağıldı. Aynı odada babamın siyaset programlarını izleme zorunluluğumuz kalmamıştı ne de olsa. Akşamları bir araya toplanıp demli çay, kestane, közlenmiş patates pişirdiğimiz, balkonda beklerken buz gibi olmuş meyvelerin ısınsın diye arkasına konduğu bir sobamız yoktu artık. Uyku mahmurluğunu kızarmış ekmek kokularıyla attığımız sabahlarımız da terk etmişti bizi. Evimiz kaloriferliydi ya istediğimiz odada yiyebilirdik yemeğimizi nasılsa.
Aynı odada oturmak zorunda olmadığımızın özgürlüğüyle keşfetmişimdir radyoyu da. Uzun kış gecelerinde yaz manzaraları çizerken tuvalime radyo dinlemek en samimi dostum olmuştu. İbrahim Sadri’nin şiirleri, İsmail Kılıçarslan’ın “Karşı Kıyı”sı, Gezegen Mehmet’in “Sihirli Lamba”sı hep bu zamanların armağanıydı. İçimdeki kalabalığa yolculuğu başlatan yegâne nesnedir radyo. Biz o zamanlar içi dışı kalabalık insanlardık. Teknolojinin ilerlemesiyle birlikte önce etrafımızdakiler azaldı, anlatacaklarımızı söylemek yerine yazmaya başladık. Ya yüzüne bakarak anlatacağımız dostlarımızla buluşamaz olduk işlerimizin yoğunluğundan ya da arkasından konuşmaktan yüzüne bakamadık birbirimizin. Önemli insanlardık(!) ne de olsa, kimsenin kimseye ayıracak vakti kalmamıştı. Arkasından konuştuklarımızı yüzüne de söylerim avutmasıyla kendimizi kandırıyorduk olsa olsa. İçimizdekiler mi? Hızla geçip giden zaman esip savurmuştu bir yerlere. Kalanlarsa üst üste binerek tortulaşmıştı. Gülten Akın ne de güzel özetlemişti ahvalimizi:
“Ah kimselerin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya…”
Hayattaki nihai hedefi yaratılanı,yazılanı okumak olan, okuduklarını kendine saklayaman bir paylaşımcı. İnsanı ve yaratılanı yaratandan ötürü seven bir hümanist. Sizin en hayırlınız öğrenen ve öğretendir müjdesine nail olmaya çalışan bir eğitimci. Sanatın insanı yansıtan bir ayna olduğuna inandığı için her dalıyla az çok ilgilenmeye çalışan bir sanatsever. Daha yaşanılır bir dünya için gözüyle değil yüreğiyle bakmaya çalışan bir hayalperest.
Yorum Yaz