“Dün gece yârin kapısında yastığım bir taş idi
Altım çamur üstüm yağmur yine de gönlüm hoş idi”
Alır götürür bizi türküler, bazen bir yârin kapısına bırakıverir, bazen bir çift gözün esaretini hatırlarız, belki de ayrılık vaktinin acısını, beraberce bir çay içmişliğimizin özlemini, çekilen zorluklar bile bizlere destansı bir mutluluk verir.
Bir an unuturuz zamanı, çünkü beklenen yer yâr’in kapısıdır.
Altım çamur, üstüm yağmur demeyiz. Çünkü; bir kere gönül hoş ise işte o an, sevdiğimizin kapısında bir olay olsa da biraz daha kalsam, bir bahane olsun ne olur Rabbim az daha burada bekliyeyim feryadı gönlümüze dolar.
O içinde bulunduğumuz an geçmesin diye saate sarılma ihtiyacı hissederiz, saatin yelkovanı ile dakika ile velhasıl zamanın kendisi ile savaşma ihtiyacı hissederiz.
İlk satırlarda bahsettiğim bir Erzurum türküsü çok şeyler anlatır bize, türküler hep böyledir.
Bazen bir sevgiliye,
Bazen bir güzel gönüle ve güzel gözlere,
Ve belki de bir mürşid-i kâmile yazılı verir.
Herkes aynı sesi duyar, lakin gönüllerde kopan fırtınalar farklıdır. Ortak özellikler ise türkülerimizin hep gönüllerimize hitap edişidir.
Bizi yakalar en savunmasız anımızda, bir iç çekişimiz ile sayfalara sığmayacak sözler söylemiş oluruz. Türkülerin öyle bir büyüsü vardır ki dertlenişlerimiz bile bize tat verir. Sevilen gizlenmiştir kelimeler arasına, o saklanışları ararız, yâri bulduğumuzda da işte o an tarifi mümkün olmayan, hüzün ile karışık bir sevinç kaplar bizi.
Ahh şimdi Aşık Veysel’i anma vaktidir.
Aşık Veysel sever, gönle aşk düşer, evlenir ve yuva kurar, büyük ozan’ın gözlerine perde iner ve göremez olur daha genç yaşlarda, gönlünü düşürdüğü hanım bir gün olur Aşık Veysel’i bırakıp gitme kararı alır, fakat Aşık Veysel’e asla bu durumu hissettirmez.
Bir gece valizini toplar ve evden usulca ayrılır bu hanım, gittiği yer artık Aşık Veysel den uzaktır, onsuzdur, derin bir ohh çeker, fakat bir olay olur ki o anda bu hanım sarsılır, ayakkabısının içine bakar ki küçük bir not bırakılmıştır, notta şöyle yazar. “Seni sevdim, hem de karşılık beklemedim, gözüm görmese de kalbim seni hep sevdi, beni bırakıp gideceğini anladım ben, gittiğin yerde parasız kalıp da perişan olma diye paltonun cebine para bırakıyorum.” Bu hikâye beni de gerçekten sarsmıştı.
Ve büyük ozanımız Aşık Veysel’in o pak nefesinden şu türkü yakılır:
“Güzelliğin on par’ etmez
Bu bendeki âşk olmasa”
Naçizane kendime yönelerek dedim ki ey sevdiğini söyleyen, bir şeyler yazmaya çalışan aşktan haberli misin bakalım?
Türküler Anadolu’da bir ninemizin halı dokuma esnasında sesine karışıverir, bazen gözümüzden sakındığımız bebeğimizi uyuturken sevgi dolu bakışlarımızın ardından geliverir. Ve dağ bayır tekkeye yakacak odun taşıyan bizim Yunus’un gönlünde yankılanır mürşidine duyduğu sevgi, saygı, özlem, ve dilden akar gönüllere sözler.
Modern zaman! (İnsanların giderek yalnızlığa mahkum olduğu) sevgi, saygı, özlemek, sadık kalmak gibi duyguları hızla tüketmeyi, aşk gibi yüce bir duyguyu öz manasından çok daha uzak yerlere atmayı, kısa sürede sıkılıp bir köşeye bırakmayı, sevdiğine sadık kalmamayı aşıladığı için türkülerimiz hiçbir zaman tam manası ile anlaşılmayacak.
Türkü sadakattir, sevdiğine bağlı kalıp beklemenin adıdır.
Türkü özlemdir, sevdiğini beklerken zamanı tüketmek, gönülden gönüle gidebilmektir.
Türkü bu coğrafyanın kodlarıdır, bundan sebep, türkü söylenmez, türkü yakılır bu topraklarda. Yunus Emre’mizin “Aşk gelecek cümle noksanlar tamam olacak.” Sözünün karşılığıdır belki de.
Mevlâna Celaleddin-i Rumi hazretlerinin “Gönülden Gönül’e giden elbet bir yol vardır.” Sözü belki de bundan dolayı güzel ozanımız Neşet Ertaş’ın türküsü ile ebedileşti. Mutlaka türkü dinlemeli insan, hüznünü, sevincini ve sevgisini mutlaka paylaşmalı bir türkü eşliğinde.
Şimdi tam da mevsimi sevgili okurlarımız, sıcak bir çay, biraz yağmur, bir parça kağıt ve kalem, birde unutmadan yazayım kalbimizde “hasret” varsa tamam bu iş, geliverir şiirler, türküler.
Selam ve dua ile
Allahaısmarladık.
1
1
0