Ehl-i İslâm:
İlk yazıda Cahit Zarifoğlu’ndan bahsetmek, yüreğimi açmak isterdim. Çünkü -kendi tabiriyle ya da en azından Necip Fazıl öyle biliyor- beni de Zarifoğlu zehirlemiştir ve sanata, edebiyata; hâsılı dünyaya bakışımı tutmuş, yerini kavileştirmiştir. Fakat bu isteğimi yerine getiremeyeceğim çünkü yazmasam deli olacağım başka şeyler var.
Önce kim ⸻ “önce sen”
Öncelikle nedir Zarifoğlu’nun dünya görüşü? Tek kelime: İslâm. Zarifçe söylersek: Müslümanca yaşamak. İslâm, ona göre tuvalet ihtiyacımızdan (oturarak ve hayvanlardan bile gizlenerek), özeneceğimiz yabancı dillere kadar (İşte heyecan dolu bir Farsça) hayatımızın her alanında tek belirleyici olmalıdır. O bunu sanat kaygısı ya da eleştirilme korkusuyla filan şiirinde dile getirmekten de çekinmemiştir. “Korku ve Yakarış”ın ilk şiiri “Baba”da,
“Yaklaşan seherle sözlüsün. Bir zamanlar
Dağ Taş ve toz toprak ve karlı yollar
Ve buzullar arasında çağlayan sularda
Aracıydın ekmeğine sevgili eşlerin ve çocuklarının” der.
Sevgili eşinin değil eşlerin… Çünkü İslâm’da belli şartlar gözetilerek erkeğin birden fazla kadınla evlenmesi caizdir. Zarifoğlu, babasının bir başka kadınla evlenmesinden ötürü çocukluğunda maddi, manevi çok sıkıntılar çekmiştir. Fakat gene de “eşlerin” demekten çekinmek şöyle dursun, çokevliliği bir sembol olarak ille de kullanır.
Şu var ki Zarifoğlu’nu diğer Müslüman şairlerden ayıran şey; şiirinde İslâm özünden ayrılmadığı hâlde, seküler şairlerden daha orijinal, daha estetik bir zirveyi yakalamasındadır. Cemal Süreya, ona Müslümanca bir duyuşu yakıştıramaz ve ölümünün ardından kaleme aldığı yazıda, “Maraşlı delikanlı tavrını hiç bırakmaması, onun bir inançtan çok bir afiye, bir gösteriye ilişkin olmasından kaynaklanıyordu.” der.
Gelgelelim Zarifoğlu, denemelerinde görüşlerini açık açık söylemekte ve farklı değerlendirmelere mahal bırakmamaktadır. “Bir Değirmendir Bu Dünya” isimli eserindeki “TRT’nin Bazı Programları” başlıklı yazısında, Müslümanlar yok sayılarak hazırlanan, İslâm’ı tahrife hizmet eden ve fuhuş tellallığı yapan programlar yüzünden, “Televizyon bütünüyle Müslümanların kontrolünde olacağı günlere kadar onu bir torbaya koyup ağzını mühürleyin.” der. Öyleyse Zarifoğlu’nun akıllı telefon, internet, sosyal medya gibi kavramlar için bize ne salık vereceğini bir düşünelim. Müslüman bunların hiçbirine tevessül etmez mi derdi? Yoksa Müslüman, meydanı kâfir ve onun yalakalarına bırakmaz, “trend topic”i bizzat kendisi belirler mi? Yoksa o da bizim gibi bu girift bilmecenin içinden çıkamaz mıydı?
Bu sorunun kesin cevabını veremiyoruz. Fakat merhum şairin, gelinen şu noktada bu kavramlarla ilgili tıpkı 18 Ağustos’ta eski kocası tarafından katledilen Emine Bulut’un annesiyle aynı tepkiyi vereceğinden eminiz: “O orada çocuğuynan çırpınırken hiç mi ehl-i İslâm yoğumuş karşısında?.. Çekim yapıyor da çırpınan çocuğu kurtarmıyor!..”
Yüreği yanmış annemiz Fadime Bulut, olay yerinde bir Müslüman olsaydı kızımın katledilmesine engel olurdu, diyor. Evet, Müslüman, zulme karşı çıkar. Bir kötülüğü önce eliyle bertaraf etmeye kalkar. Gücü yetmezse diliyle karşı çıkar. Ona da güç yetiremiyorsa kalbinden buğz eder; yani onaylamaz, hatta iğrenir. Öyleyse hemen oracıkta bulunanlardan başlamak üzere bütün Müslümanlar olaya müdahale etmeli, yaralanmalı, hatta ölmeliydik. Sadece o anda mı? Hayır, kötülüğü sezdiğimiz ilk andan itibaren. Sadece bu olayda mı? Yine hayır, gördüğümüz her kötülükte. Kendi içimizde, evimizde, sokağımızda, ülkemizde; Irak’ta, Suriye’de, Kudüs’te, Doğu Türkistan’da, Arakan’da, her yerde… Ne yazık ki Müslüman, önce eliyle düzeltme sünnetini terk etmiş. 15 Temmuz’da kendimizle alakalı olarak ne kadar ümitlenmiştik! Sadece şehit ve gaziler; füzelerin önüne atlayan, tankların altına yatanlar mıydı zulme karşı koyanlar? Kalanların Müslümanca tepkisi nerede?
İlk defa güneşli bir şubat günü ziyaret etmiştim Zarifoğlu’nun mezarını. Küplüce’ye kadar minibüsle çıkmış, mezarı araya araya neredeyse tekrar Beylerbeyi’ne kadar inmiştim. Başında bir Yasin-i şerifi ezbere okuyamayınca mübarek sure-yi celileyi telefonumdan açmıştım. Arapça aslından okumak şartıyla tabii. Amma ki o Zarifoğlu, daktilosunun başına bugün geçse “Şu olaydan sonra hepiniz sosyal medya hesaplarınızı kapatmalı, hatta akıllı telefonlarınızı atmalısınız.” diye yazmaz mıydı?
Bir Başka Vahşet:
Bu cinayetin ızdırabıyla Fadime annemiz, ehl-i İslâm neredeydi, diye soruyor; fakat İslâm düşmanları bu olay üzerinden İslâm’a saldırıyor. Birtakım hocaların evvelden yaptıkları konuşmalardan, kaleme aldıkları yazılardan, İslâm’a göre erkeğin karısını dövmesi konusunu cımbızlayıp alıyorlar. Ve bu kişileri sosyal medya sarhoşlarının önüne “kadın düşmanı” olarak atıyorlar. Böylece İslâm’ı da kadına şiddeti destekleyen bir din olarak göstermeye çalışıyorlar.
Bir gün bir sofra gören yiğit
bir kadın dövdü
elini bin tövbeyle yıkadı
(Yedi Güzel Adam VI)
Evet, madem her yerde Müslümanca bir duruş sergileyebilmemiz gerektiğinden bahsettik, o zaman dosdoğru söyleyelim: İslâm, erkeğe aile hukukunu çiğneyen karısını dövme hakkı verir. Fakat bunu çok ince hesaplanması gereken şartlara bağlamıştır ve karısını dövenin iyi koca olamayacağı, hayırsızlığı hadislerle vurgulanmıştır. Gündeme gelen bu ve benzeri son derece acı olayların failleri, cinayetlerini İslâm’a dayandırarak mı işlemişlerdir; yoksa İslâm’ın öldürmeyeceksin, zulmetmeyeceksin, kul hakkı yemeyeceksin emirlerine karşı mı gelmişlerdir? İslâm’la, hakla, edeple, namazla alakası olmayan canilerin zulümlerinin İslâm’la ilişkilendirilmesi de bu cinayetler kadar vahşicedir. Kaldı ki bahsettiğimiz bu cinayet ve buna benzer olayların çoğu boşanmış veya boşanma aşamasında olan kocaların ya da eski sevgililerin marifetidir. İslâm, merhum Emine Bulut’un katiline eski karısını dövme, öldürme hakkı tanımaz; bilakis katile kısas uygular. Yani İslâm’a göre suçu sabit olan bu katil, müebbet hapis -kendi ifadesiyle paşalar gibi- yatmaz; bıçaklanarak dehşet içinde öldürülür!
Türkiye’de ülkemize ve dinimize yönelik saldırılara gönüllü destek veren bir güruh mevcut. Siyaset, ideoloji, yaşam tarzı gibi maskeler altına sığınan; fakat aslında bütün değerleriyle Türkiye’ye ve Müslümanlara düşman olan bir yığın. Bu yığın karşısında, her rüknüyle İslâm’ı savunan ve İslâm karşıtlarının önünde kendine güveni yüksek (çenem havada) ve hatta lakayt bir tavır içinde olan Cahit Zarifoğlu’nun duruşuna ihtiyacımız var. Bir mazlumun kanlar içinde yere yığılması üzerine Müslümanca bir isyana ve düşeni tutmaya çalışmak yerine el, kol sallayarak İslâm’a sövenlere karşı bir umursamazlığa.
Kaynakça:
Bütün Eserleri 1, Şiirler, Beyan Yayınları, Mayıs 1989
Bir Değirmendir Bu Dünya, Beyan Yayınları, Temmuz 2012
0
0
0