24 Mart 2023 , Cuma
Ana Sayfaİnceleme - AraştırmaDeğişen Dünyamızda Değişmeyen Makarr-ı Hayatımız: Aile

Değişen Dünyamızda Değişmeyen Makarr-ı Hayatımız: Aile

  • 12Dakika
  • 3340Kelime

Gözleri bu dünyanın çirkinliklerine kapalı, ancak gönül gözü hem bu dünyanın hem öteki âlemin tüm güzellikleri ile ışıl ışıl Selman kardeşim geçtiğimiz ay benden aile ile ilgili bir yazı yazmamı istediğinde, istesem de onu kıramayacağımı, kırmamam gerektiğini bildiğimden, sadece zaman kazanmak için: “Selman, inan bu ay artık patlama noktasına geldim, inşallah gelecek ay bir nebze rahatlar da yazarım” diyerek beni mazur görmesini istemiştim kendisinden. Sağolsun o da beni anlayışla karşılamış ve bu ayın başında kapıyı yeniden çalmıştı. Dünyada rahat olmadığını ve olmayacağını bilenlerdenim elbette, ancak ne yaparsınız ki geçici bazı kısa soluklanmalar ve uzun vadeli umutla devam ediyoruz yaşamaya. Aile konusu öyle hemen geçiştirilecek ve bir kaç sayfa yazı ya da bir kaç saat sohbetle anlatılacak şeylerden değil; hem çok kadim hem de çok geniş. Allah’a şükür, ben de hem yazmaktan hem okumaktan hem de dinlemekten usanmayan ve nefsimin de tazyikiyle “daha, daha” diyenlerden biriyim. Ancak konunun hem sınırı, hem muhteviyatı, hem de uzunluğu okuyucuları doğrudan ilgilendirmektedir. Bu sebeple ben de bilinen ve öne çıkarılan yönleri itibariyle değil, pek de dillendirmediğimiz ve belki de dillendirmekten çekindiğimiz, çıkarlarımıza uygun görmediğimiz yanları itibariyle ele alacağım aile konusunu. Hem kendi yaşadıklarım ve gördüklerim hem de beklentilerim çerçevesinde bir sunum yapmaya gayret edeceğim. 58 yıllık hayatının yarım asırlık süresini bilinçli olarak geçiren bir vatandaş, 40 yıllık kısmını üniversite hayatı ve akademik çevre içerisinde harcamış bir sosyal bilimci ve 30 senelik bölümünü de aile reisi ve bir baba olarak geride bırakmış birisi olarak kendimi belki sadece baba olarak iyi ve yeterli görmüyorum. Onun da sebebi var, zira rahmetli babam bu dünyayı terk ettiğinde altı yaşımdaydım ve önümde bana baba olarak rol-model olacak birisi yoktu. Rahmetli anamın kendi anasından tevarüs ettiği dini ve ahlâki değerler yanında yaşadığı hayattan elde ettiği tecrübesinden istifade ile kurguladığım bir hayatım oldu başlangıçta. Elbette bunların üzerine yaşadığım şehirlerin, karşılaştığım olayların, deruhte ettiğim idari görevler ve icra ettiğim mesleğin kattığı anlamı ve tecrübeyi de ilave etmeliyim. Dolayısıyla burada dile getireceğim hususlar sadece benim düşüncelerim olarak değerlendirilmemeli.

Aile, bizim en başta doğduğumuz, doyduğumuz ve insan olmamız itibariyle son sığınağımız olan yuvamız. Zira yuvayı terk eden çocuklarını geri döndüklerinde kabul eden sadece insanmış, hayvanlar âleminde böyle bir durum söz konusu değilmiş, öyle söylüyor bilenler. Aile, çoğu kimseye göre anne-baba ve çocuklardan meydana gelen bir çekirdek birim ve devletin nüvesi. Devlet dediysem, hem maddi hem manevi yönüyle yani. Zira devlet, bizim kültürümüzde hem baht ve talih olarak görülmekte hem de sistemli bir yönetim aygıtı olarak ifade edilmekte. Dolayısıyla hem güven ve mutluluğun hem de dünya işlerinin yolunda yürüyebilmesi bizim aile sistemini düzgün kurmamız, işletmemiz ve gelecek dönemlere sağlam bir şekilde ulaştırabilmemizle mümkün olacak. Herkesin evlilikten, evleneceği kimselerden ve aileden beklentisi farklı olabilir, buna bir şey diyemeyiz, fakat beklentileri yönetme ve yönlendirme noktasında yine de birşeyler yapabiliriz. Mesela benim özel sohbetlerimde ve bazen de kültürle ilgili derslerimde öğrencilerime önerilerim oluyor ve tavsiyelerimi çoğu kere de kendi evliliğim ve tecrübelerim üzerinden açıklıyorum. İçerisinde kendi hayatımın da olduğu bu anlatımları daha samimi ve daha gerçekci buluyorum, en azından yaşanmış ve görülmüş olarak karşımda bir hayat laboratuarı yer alıyor. Diyarbakır’dayken olmuştu sanki, rahmetli Doğan Cüceloğlu özel bir eğitim kurumunda biz velilere bir şeyler anlatıyordu. Derken aranızda evli olanlar var mı diye sordu, el kaldırdık evliler olarak. Sonra bekar olanlar var mı dedi, onlar da el kaldırdılar. Rahmetli, bekar olanlara dedi ki: “Sizleri gözledim, parmak kaldırdınız, ancak parmak kaldırmakla birlikte başka kimler parmak kaldırıyor diye merak etmediniz. İşinizi yapın, fakat etrafınıza da bakın lütfen! Bakarsınız buradan başka bir kazanımla çıkma ihtimaliniz olur.” Ben de: “Artık evlilik yaşına yaklaşıyorsunuz, dolayısıyla önünüzde yaşayacağınız 60 veya üstü bir zamanı planlama aşamasındasınız; hem meslek olarak hem de aile düzeni olarak. Dolayısıyla eğer varsa apartmanınızda, mahallenizde, köyünüzde, okulunuzda ya da iş yerinizde evlenmeyi düşüneceğiniz kimseler, onları tespit edebilirsiniz; bilin ki en müsait ortam üniversite ortamıdır ve burada bulunanlar her ne kadar kendilerini kassalar ve zorlasalar bile gerçek yüzlerini bir şekilde en açık biçimde burada gösterirler. Ve en rahat konuşabileceğiniz, dinleyebileceğiniz, birbirinizi ölçebileceğiniz, yönlendirebileceğiniz döneminiz bu demlerdir. Bir daha böyle bir ortamı bulma imkanınız çok zor, bir yandan yaş unsuru, öte taraftan geleneğimiz ve değerlerimizin baskısı sizi cendereye alacak, rahat hareket etmenize mani olacaktır. Rahmetli anam bile son demlerinde bu gerçeğin farkına varmıştı ve ‘oğlum, bir kız üniversiteyi okurken evlendi evlendi, şayet evlenemezse kalıp gidiyor’ demişti” diyorum onlara.

1980’li yıllar Türkiye’de değişim ve dönüşümün başladığı yıllardı. Köyden şehre göçün arttığı, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişin başladığı, parayla ve dünyayla tanışma sürecine girdiğimiz, alaturka ve alafranga deyimlerini sıkça kullandığımız dönemdi o yıllar. Zihin karışıklığı içindeki ve tercih aşamasındaki bir toplumun üyesi olarak ben de evleneceğim kızla ilgili kendimce birşeyler düşünüyordum. Her ne kadar rahmetli anam: “Aman oğlum, akrabamızdan birisi olsun, huyunu husunu bilelim, yarın yaşlandığımda bana da baksın”, ağabeyim de: “Aman kardeşim, yabancı ve çalışan birisi olsun, tek maaşla geçim bu devirde zor artık” deseler de kendimce bir standart belirlemiştim. Üniversite mezunu değil lise mezunu olacaktı evleneceğim kız, çünkü üniversite mezunu mutlaka çalışmak isteyecektir diye düşünüyordum. Ben ise eşimin çalışmasını istemiyordum, çünkü çalışan bir kadının bir yanda eşi, öbür yanda işi, daha uzun vadede çocuğu ve ev işleriyle ilgilenmesi ve başarılı olması kolay bir şey değildi benim düşünceme göre. Aslında anaokulu öğretmeni olan ablam ve çocuklarının hâli de ortadaydı; hepsi de perişandı uzunca bir müddet. Halbuki ben uyku ve rahata hasret yaşadığım ömrümün geri kalan uzunca döneminde evimde rahat etmeyi, çocuklarımızın anne şefkatiyle büyümesini, annelerinin ahlâkı ve becerisiyle yetişmelerini, kısaca bu yalan dünyada hayatı rahat ve huzurlu yaşamayı arzuluyordum. Belki bencildim bu anlamda, ancak bencillik şeklinde bile değerlendirilse eşimin de çocuklarımın da rahatını ve huzurunu istiyordum. Hem evi geçindirmeyi, hane halkının ihtiyaçlarını karşılamayı ve aile reisliği vazifesini erkeğe vermemiş miydi yüce Yaratan? Lise ise okumuş olmak, okumaya yatkın olmak, kültürlü olmak ve bir meslek sahibi olmak açısından bir sınırdı benim için ve de eşim olacak kimsenin çalışmayı düşünmemesi ya da ısrar etmemesi bakımından son derece önemliydi. Eli yüzü düzgün olmalıydı, ne kısa ne de uzun olmalıydı, ahlâklı-karakterli ve dindar olmalıydı, ailesi borçsuz olmalıydı evleneceğim kızın. Borçlu olmak da ne demek, nerden çıktı diyebilirsiniz. Bazı yakinen tanıdıklarım vardı, zengin bir kızla evlenmeyi, daha çok da Almancı bir kızla evlenmeyi, zengin olmayı ve güçlü olmayı hayal ediyorlardı. Ben ise gülüp geçiyordum onlara ve ileriki hayatlarını karartmaya çalışan, mutluluğu çok parada arayan kimseler olarak bakıyordum öylelerine. Borcu olmasın yeterdi benim için, çünkü rahmetli anamın açtığı borçları ödemekten gına gelmişti hepimize. Kendimi bildim bileli borç ödüyorduk biz, zira anam borca girmezsek mal sahibi olamayacağımızı söylerdi hep, hep de öyle yaptı yaşadığı sürece. Belki içinden geçtiği hayatı dikkate aldığımızda kendince haklıydı, ancak bizler de bıkmıştık böyle bir hayattan. Borcumuzu geciktirmez ve alacaklıyı kapımıza getirmezdik, ama borç ödemekten, çalışmaktan hayatı yaşamaya fırsat bulamazdık ailece. Evleneceğim kızın ailesinin malı mülkü benim için önemli değildi, yeter ki borçları olmasın ve alacaklıları benim kapımı çalmasınlar istiyordum.

Şimdi bakıyorum da, doğru bir karar verdiğimi ve şimdi olsa yine aynı kararı vereceğimi düşünüyorum. Benim kimsenin özel hayatıyla ilgili bir karar hakkım yok, sadece kendi hayatım ile ilgili karar hakkım olabilir, o da karşılıklı anlaşma zemini çerçevesinde elbette. Zaman içinde ve çocuklarımız büyüdükçe düşüncelerimiz de değişiyor, mesela bugün kız çocuklarının eğitim öğretimleriyle ilgili düşüncem onların mutlaka yüksek tahsil yapmaları yönünde. Gerçi geçmişteki düşüncem de bundan farklı değildi, sadece ben çalışmak istemesin ya da çalıştırmak zorunda kalmayayım diye öyle bir karar almıştım. Fakat bu durum onun bir mesleği ve ilgi alanı olmasın anlamına gelmiyordu ve gelmiyor da. Kaldı ki erkeğe birşey olduğunda ve çalışamaz duruma düştüğünde kadının da bir mesleğinin olması çok güzel bir şey, hoş bir imkân. Bu anlamda benim eşim de Kız Meslek Lisesi giyim bölümü mezunu, dolayısıyla bu anlamda da şanslıyım.

Kız olsun erkek olsun, insanın evlenmek ve aileye sahip olmak istemesinin çok farklı sebepleri olabilir: Cinsel ihtiyaçlarını helal yoldan gidermek, huzurlu ve sıcak bir yuvaya sahip olmak, bilgi ve becerilerini birleştirerek daha rahat bir hayat sürmek, insan neslini helal yolla arttırmak, hastalandığında ya da yaşlandığında çevresinde kendisine yardım edecek birilerini görmek istemek ve kendisini garantiye almaya çalışmak, toplum içinde bir anlam kazanmak ve değer verilen birisi olmak, kendi başaramadıklarını başaracak kendi soyundan birilerini yetiştirmek, konuşup sohbet edip yalnızlığını giderecek birilerine sahip olmak, tecrübelerini aktarabileceği kendi genetiğinden bir kuşağı teşkil edebilmek, ölümünden sonra hatırasını yaşatacak ve unutulup gitmesini önleyecek çocuklara sahip olmak ve daha fazla gerekçeler… Her ne sebeple olursa olsun, insanoğlunun ilk yaratıldığı andan itibaren devam ettirdiği bir geleneğidir aile kurumu ve kıyamete kadar devam ettireceği en önemli müessesesidir. Hatta ölümden sonra dahi aile anlayışının devam edeceğine dair ifadeler bulunmaktadır. Dolayısıyla aile, kurulması öncesinden başlayarak ölüm sonrasına kadar uzanan geniş bir zamana ve sınıra sahiptir. Bu itibarla onun sağlam temeller üzerine kurulması kadar kuruluşu sonrasında ortaya çıkacak sıkıntılarda nasıl çözüm üretileceği konusu da çok önemlidir.

Kız olsun erkek olsun öğrencilerime evlenecekleri kimsede arayacakları beş altı hususiyetten söz ederim hep. Bunların en başta geleni güven konusudur, zira güven oluşmadığı zaman hiç bir şeyin yolunda gitmeyeceğine inanmışımdır. Ahlâken güvenin dışında, elde edilenlerin korunması, sırrın saklanması, hastalık-yokluk ya da işgörememezlik hâllerinde terk edilmemek konularında güven duyuyorsanız evlenin derim onlara. Asgari bir güzellik-yakışıklılık ve aklen-bedenen bir tamlık da çok önemlidir, çünkü bu durum eşler arasındaki uyum ve huzurun yanı sıra dünyaya getirecekleri çocuklarını ve onların gelecekteki hayatlarını da çok yakından ilgilendirmektedir. Ahlâk-inanç-iffet-onur-şeref-izzet-karakter sahibi olmak üçüncü şarttır bana göre; bunların ta başta var olması gerektiğini, sonradan kazanılamayacağını, kazanılsa da yarım yamalak olacağını düşünürüm. Dördüncü özellik olarak aklen-fikren-bedenen-kalben temiz olmak ve temiz iş yapmak gelir. Kültürlü olmak diğer bir beklentimdir, zira şuurlu ve kültürlü nesiller ancak kültürlü ebeveynler tarafından yetiştirilebilirler; “kendisi himmete muhtaç bir dede, nerde kaldı gayrıya himmet ede” atasözünü hem önemsemişimdir. Son özellik olarak da becerikli olunması gerektiğini söylerim. Bütün bu sayılan özelliklerin bir kişide bulunması mümkün olmayabilir, bulunursa aliyyü’l-a’lâdır, ancak en azından ilk üç özellik gerek şart, geriye kalan üçü de yeter şart olarak değerlendirilebilir.

Yuvayı dişi kuş yaptığı için ailede öne çıkan da kadındır. Aslında yapan da yıkan da kadındır desek daha doğru olur. Kadın olmadığı zaman erkek kolu kanadı kırık kuş gibidir âdeta. Çocuk bütün müktesebatını annesi üzerinden tevarüs eder, erkeğin bu alandaki tesiri sınırlıdır. Çocuk dilini, ahlâkını, temizliğini, inancını, nezaketini, korkularını, umutlarını, hayallerini, kültürünü ve becerilerini annesi üzerinden tevarüs ettiği için kadının aile içindeki yeri ve konumu çok daha öncelikli ve önemlidir. Dedem Korkut kadını dört şekilde tarif etmiş: “Birisi solduran sop, biri dolduran top, biri evin dayağı, biri ne desen/ne yapsan bayağı” Dede Korkut’a göre. Yirmi yıl görev yaptığım Diyarbakır’ın eski sakinlerinin tasnifine göre: “Biri dıngılafistandır, biri murdar ve biri de bağ ile bostandır.” Yani dedikoducu, pis ve beceriksiz, temiz ve becerikli olmak üzere üç kategoride değerlendiriyor kadını eski Diyarbakırlılar. Coğrafyaların ve milletlerin kadınlar konusundaki değerlendirmeleri ayrı ayrı olabilir, ancak hangi döneme ve hangi millete gidilirse gidilsin değişmeyen özelliği evi çekip çevirmesi ve annelik yönüdür.

Aileyi, devletleri ve insanlığı bekleyen büyük tehlike, kadının evin dışında iş hayatına girmesiyle birlikte doğurganlık özelliğinin azalması ve yine çalışma hayatı dolayısıyla bebeği ve çocuğuyla yeterince ilgilenmeyip onu başkalarının beceri ve kültürüne emanet etmek zorunda kalmasıdır. Nüfus artış hızının düşmesi başlı başına büyük bir tehlikedir, zira gerek gelişmiş ülkelerde gerekse ülkemizde son zamanlarda ailelerin sahip oldukları çocuk sayıları düşmekte, böylelikle yaşlı nüfus oranı ile genç nüfus oranı arasındaki denge bozulmaktadır. Dünya ileride insan neslinin tükenmesi sorunuyla karşı karşıya kalabilir, çünkü aileler gitgide tek çocuğa ya da en fazla iki çocuğa sahip olmaya yönelmişlerdir. Bunun da ilk etapta nüfus artış hızının durmasına, akabinde de gerilemesine neden olacağı düşünülmektedir. Çocukla anne arasında sağlıklı ilişkinin kurulması ve annenin kültürünün çocuğa aktarılması konusunda çıkacak sorunun, devletin/devletlerin alacağı tedbirler ve ebeveynlerin alacakları kararlar doğrultusunda giderilebilmesi ya da azaltılabilmesi mümkündür. Doğum yapan kadınlara verilecek izinler ya da yapılacak ödemeler üretimde gerilemeyi ve giderlerdeki artışı tetiklese de insan neslinin sağlıklı şekilde devamı yönünde rahatlama sağlayabilir. Robotların bu alana katkıları ya da verecekleri zarar henüz tam anlamıyla ve tüm yönleriyle hesap edilememektedir. Ebeveynlerin her ikisinin de kendi ailelerine yakın oturma istek ve çabaları, çalışmayan ya da emekli olmuş anneanne ve babaannelerin torunlarıyla ilgilenmelerine, çocukların bakım ve beslenme ihtiyaçları yanında ailenin değerleriyle ilgili müktesabatı tevarüs etmelerine çare olarak düşünülebilir. Çekirdek aile tipinden geniş aile anlayışına geçiş zor olmakla birlikte, en azından ailelerin birbirlerine yakın oturmaları sorunu bir müddet daha gündemden uzak tutabilir. Kadının çalışma hayatından vazgeçmesi zor görünmekte, hatta bazı alanlarda kadınların mutlaka görev almaları şart, ancak yine bazı alanlara yönelik kotaların devreye sokulmasına ortaklaşa karar vermek de mümkün. Belki ileride kazanılan para kadar onun nereye ve nasıl harcandığının da önemli olduğunun, yine evde para kazanmadan oturduğu düşünülen kadının ev işleri, çocuk bakımı ve el işleriyle aile ekonomisine ne tür katkılarda bulunduğunun da farkına varılır ve ev hanımlığı daha cazip hâle gelebilir. Ancak şimdiki duruma göre hem bütün aileler kızlarının okuması ve iş sahibi olmaları konusunda azami çabayı göstermekte, hem kız çocukları ekonomik bağımsızlık olmadan eşitliğin ve güvencenin olmayacağını düşünmekte, hem de erkekler çalışmayan birisiyle evlenmenin mümkün olmayacağını ileri sürmektedir. Yani söz hakkı olmayan bebekler ve çocuklar dışında bütün taraflar kadının da çalışması gerektiği konusunda hemfikirler. Henüz aklı olgunlaşmamış olanların beklentilerinin mi yoksa büluğ çağını aşmış ve ne yaptığını bildikleri düşünülenlerin kararlarının mı geleceğimizi belirleyeceğini hep birlikte yaşayıp göreceğiz inşallah.

Evlilik dışı ilişkilerle çocuk sahibi olmanın ya da insan neslini bu yolla devam ettirmenin maddi ve manevi zararlarının büyüklüğü gelişmiş toplumlarda fark edilmiş; aileyi ve aile bağlarını güçlendirmenin çareleri ve yolları hususunda hem epeyce yayın hem de icraat yapılmıştır. Ancak insanın bireyselleşmesinin ve buna bağlı olarak bencilleşmesinin önüne geçilmesi zor görünmektedir. Bu anlamda yukarıda zikredilen tehlikelerden daha büyük tehlike, erkek olsun kız olsun her iki cenahta da evlenme isteğinin ve ailenin gerekliliğine inancın giderek azalması ve ortadan kalkmasıdır. Güven, huzur, sevgi, anlayış, paylaşma ve üreme gibi canlılara mahsus özelliklerin ortadan kalkması insanlığın felaketi olacaktır.

Türk Milleti olarak en sağlam yanımızın aile olduğuna inandık ve onu korumak için her türlü çabayı gösterdik bugüne kadar. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” anlayışına sahip bir toplum ister istemez yeni nesilde başlayan protest, hoyrat, serbest, sorumsuz, sorunlu, haz ve hız tutkunu, üretmediğini tüketen bir toplum olma seçeneği ile kurumlarına ve değerlerine bağlı, vefakâr, sorumlu, medeniyet tasavvuruna sahip, adaletli, imar ve inşa şuuru içinde, nezaket sahibi bir toplum olma tercihine hızla sürüklenmektedir. Temennimiz ikinci şıkkın tercih edilmesi ve en güzel surette yaratılan bir mahluk olarak, yani insan olarak yola devam etmemizdir. Bunu ancak aileyi koruyarak ve aile kurumuna sahip çıkarak başarabileceğimizin şuurunda olmak her Türk’ün, her Müslüman’ın ve her insanın en kutsal vazifesidir.

1
1
1

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
İlgili Yazılar

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

- Reklam -

Popüler Yazılar